Mazinin Gurbetinde Kayıp
- Nisa ÖNSÖZ
- 11 Haz
- 2 dakikada okunur

Bazı anlar vardır; bu çağdan her hücrenle nefret ettiğin. Okuduğun bir haber, yaşadığın kötü bir olay, duyduğun iğrenç bir dedikodu… Suç zamanda mı peki? Zaman nedir ki? Geçmişte güzeli öğütleyen saat şu an farklı mı işliyor? İnsan her şeyi mahvedip nasıl kendisi hariç her şeyi suçlayabilir?
İçim çelişkilerle dolu olsa da geçmişe derin bir özlem duyuyorum. Belki de bu yüzden eski eşyalara ilgim var. ‘Eskinin’ insanlarına ait o eşyalar. O kitap mazideki biri tarafından okundu, hayal edildi, hissedildi, dokunuldu… O güzel kasetler, plaklar, oyuncaklar… Halbuki çok değil, birkaç on yıllık ama hepsinin bir ruhu var, hissedebiliyorum. Hepsi özel, hepsi değerli.
Sanki geçmişe gidebilsem kendimi sıcacık bir evde bulacakmışım gibi. Tabii ki böyle bir seçenek yok, ama insan hayal kuran bir varlık. Heyecanla radyoda güzel bir şarkı ya da program beklesem. Bir kitabı ‘alabildiğimde’ benim için kıymetli olsa ve gece gündüz, mum ışığında okusam. Bayramların bir anlamı olsa ve yeni giysileri giymenin heyecanıyla uyuyamasam…
Geçmişi, eskiyi, maziyi bir ev olarak düşünürsek, biz o evin çok uzağında, gurbette yaşayan insanlarız. O eve dönüş de yok artık. Bu gurbet, içimizde bitmeyen bir hasret olarak kalacak. Bu çağda o evdeki sıcaklığı bulamayacağız, o samimiyeti tadamayacağız. Bazı hisler bitmiş gibi geliyor bana. ‘Gerçek’ anlamda neye heyecanlanıyoruz mesela? Her şey o kadar ulaşılabilir ki hiçbir şeyin gözümüzde zerre değeri kalmamış.
Aklıma şu soru geliyor: Mazideki insanlar mutlu muydu? Bu çok düşündürücü ve birçok boyutta incelenebilecek, hatta incelense bile net bir cevaba varılamayacak bir soru. Mutlulukları konusunda bir yorum yapamasam da hislerinin kesinlikle ‘gerçek’ ve ‘özel’ olduklarını düşünüyorum. Bahsettiğim çelişki de biraz bu aslında. Geçmişi özlediğimden bahsediyorum ama bu zamanın insanı olarak o zamanda yapabilir miydim sorusunu kendime sormuyorum bile. Büyüklerimden duyduğum o zor yaşanmışlıkları hayal bile etmek istemezken nasıl sorabilirim ki bu soruyu? Elbette her ‘zaman’ her ‘insan’ iyiliği de kötülüğü de barındırıyor sînesinde.
Bir de şu var: Biz bazı şeyleri hiç yaşamadık. İnsan yaşamadığı, tatmadığı duyguları nasıl özleyebiliyor? Bu duruma ‘anemoia’ dendiğini görmüştüm: bize ait olmayan bir geçmişe karşı duyulan özlem.
Ve o güzel eski fotoğraflar… Fotoğrafların ruhu varmış. İçindeki insanlar gerçekmiş. Her şey olduğu gibiymiş. Masalarda birkaç çeşit yemek, kalabalık fotoğraflar… Çok klasik olacak belki, ama kalitesi düşük fakat ‘gerçek’ fotoğraflar bunlar.
Edebiyat… Eskiden ‘mürekkep’ varmış, kâğıdı ıslatan. Gerçekten yazan insanların mürekkepleri. Gerçekten bir şeyler yazan insanların daktilo sesleri. Şimdiki telefondaki klavyenin sesi değil, laptopun tuşlarının sesi hiç değil. Bunlar sahte, gerçek değil. Gerçekmiş gibi bir mürekkep alabiliriz kendimize ama biz gurbetteyiz. Bir sahaftan kitap alabiliriz, ama biz o hissin gurbetindeyiz.
Aşk mektupları yok artık; emojiler var. O kalp emojisi hiçbir zaman gerçek bir his olmayacak. O gülen emojiler hiçbir zaman gerçek bir mektubu okurken yüzümüzün alacağı hali, belki damarımızın çıkmasını, yanaklarımızın kızarmasını yansıtmayacak. Belki hiç hissedemeyeceğiz gerçek aşkı ve sevgiyi.
Başa dönüp dönüp aynı şarkılar söyleniyor. Çünkü bu çağın insanı tıkanmış durumda. Her his öğrenilmiş, aynı, taklit ve gerçek değil. Yeni bir şiir yazılamaz artık; gerçek bir şiir…
Nisa ÖNSÖZ






Bence geçmişi duyulan özlem,geleceğimizi çok düşünmemizden ve anı yaşayamamamızdan kaynaklanıyor nazarımızda sanki geçmiş üzerinden geçtiği için daha güzel gözüküyor halbuki şu anda yaşadığımız anda geçmiş olacak sonra dönüp baktığımızda yine de güzel gözükecek çünkü çoğu insan her şeye rağmen kendini geçmişinden korumak için güzel anıları saklar bu durumdan mütevellit biz geçmişi güzel hatırlamaya mecburuz.....