Kırılganlık Üzerine Birkaç Not
- Melis Arslan
- 25 Nis
- 1 dakikada okunur

Kırılganlık, çoğu zaman bir kusur gibi görülür. Zayıflıkla, dayanıksızlıkla, savunmasızlıkla eş anlamlı tutulur. Oysa insan dediğimiz varlık, en çok kırıldığında gerçektir. En çok içe çekildiğinde sahicidir.
Kendimizi güçlü göstermeye çalışarak geçirdiğimiz yıllar boyunca, aslında en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyi unuttuk: Kırılmanın da bir dili, bir zekâsı, bir hikmeti vardır.
Bir an düşün; en çok ne zaman büyüdün? Bir şeyi kaybettiğinde mi, yoksa başardığında mı? Bir ilişki dağıldığında mı, yoksa bir ödül kazandığında mı? Çoğu zaman en keskin farkındalıklar, canımızı acıtan anların içinden süzülerek gelir.
Ben yazarken bu sorunun peşindeyim: Neden biz, duygusal yaralanmaları saklamaya çalışıyoruz? Oysa o yaraların şekliyle gelişiyoruz. Bizi derinleştiren, duyarlılaştıran, başka birinin acısını görebilmemizi sağlayan şey, aslında kendi çatlaklarımız.
Toplum bize dirençli olmayı öğütledi. Ama bu direnç, çoğu zaman bir kabuk hâline geldi. İçimize çekildik, güvendiğimiz kişilere bile “iyiyim” dedik. Düşünebiliyor musun, kendini en kırık hissettiğin anda bile, gülümsemeye zorladın belki.
Oysa kırılganlık, sadece incinmişlik değil. Kırılganlık; içtenliktir. Dürüstlüktür. Empatidir. İnsanı insana yaklaştıran görünmez bir köprüdür. Çünkü sadece güçlü olan değil, savunmasız kalmayı göze alabilen de insanı derinden etkiler.
Bazen biriyle yalnızca şöyle bir göz göze gelirsin, ve bir bakış şunu söyler: “Ben de oradaydım. Ben de senin gibi hissettim.” İşte o anda, iki kırılganlık birbirine dokunur. Ve o temas, onarır.
Bu yazı bir savunma değil. Bir övgü de değil. Sadece bir hatırlatma: Kırılmaktan korkma. Çünkü belki de seni bir başkasına en çok yakınlaştıracak olan şey, tam da orada başlıyor.
Kırıldığın yerden geçebiliriz birbirimize. Ama yeter ki susmayalım. Yeter ki olduğumuz gibi yazabilelim.
Melis ARSLAN






Yorumlar