Çok Okuyan mı Bilir, Yoksa Çok Gezen mi?
- ŞÜKRÜ KÖMÜR

- 14 Nis
- 2 dakikada okunur

Gıda krizleri, tahıl koridorları ve daha niceleri. Besin önemli, beslenmek ihtiyaç. Meclisten tahıl için kanunlar geçiriyoruz. Ama şimdi başka bir tahıl söz konusu. Daha besleyici, daha nefis ekmekler verecek bir tahıl. Bu ekmek, kapıları açan bir büyü. Öyle alelade kapılar değil, hükümdarların kapıları. Hem nefis hem de esrarengiz. Midenin değil; kalbin, ruhun ve zihnin gıdası: kitap.
“Okumak, iki ruh arasında aşıkane bir mülakattır.” diyor Cemil Meriç. Aç ve susuz; çare arayan iki ruh. Tek çare okumak. Bir de Proust’a bakalım. “Okumak başka sohbet başka, okurken bir başka düşünce ile temas halindeyiz ama tek başımızayız. İnsan fikri bakımdan çok daha güçlü. Konuşma bu gücü dağıtır. Okurken sadece ilham alırız, kafamız dilediği gibi çalışır. Hem yalnızız hem beraber. Bir nevi mucize.” Proust ne kadar haklı, gezerken, çalışırken, dinlenirken ya da sohbet ederken hangisinde zihnimiz özgür ya da yeni bir şeyler öğrenmeye istekli. Okumanın asilliği hangisinde var? Okumak zihnî hayatı uyandırır. Yaşam meşgalesinden dolayı gevşemiş zihni canlandırır. Zihne bu dirayeti başka hangi uğraş verebilir? Gözlerimiz, bize gösterilmek istenen haliyle görür dünyayı, fazlasına ihtiyaç duymaz. Ama okumak gerçeğin önüne çekilen perdeyi aralar. Bunu yaparken gerçeğin yerini almamalıdır. Hakikati kitap sayfalarından toplayamayız, onu gönlümüzün iç hamleleri ile fethedebiliriz ancak.
Okumak zekayı kibarlaştırır, efendileştirir; okuru, bildiğini düşünmeye değil, bilmediğini düşünmeye sevk eder. Ne kadar çok bildiğini değil ne kadar az bildiğini öğretir okumak. Tabi ki okumanın da merhaleleri vardır. Bizim burada bahsetmeye çalıştığımız tam ve sahih bir okuma. Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan zekasını mahveder. Okumak sayfanın bütününü, cümleleri kelimeleri anlamaktır. “Dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan dikkatini teksif edemez.” diyor Meriç. Biz de ekliyoruz; okuduğu zaman zihninin çalıştığını hissetmeyen, öğrendiği her yeni bilgiyi mütevazılığı yerine hodgamlığına bahşeden, okuduğu söze, kişiye ya da anlayışa yorumlamadan bağlanan; iradesinden ve kişiliğinden yoksun birer okuyucudan ileri geçmez, geçemez. Bu çeşit okumak sahih okuyuştan çok uzaktır. Diğer bir taraftan kaliteli okuyucu aynı zamanda kaliteli de bir seyyahtır. Seyahatnameler bunun en büyük kanıtı. Mimar Sinan’ın Şaheser üçlemesinin en güzel tasvirlerini Beş Şehir ’den başka bir yerde bulamazsınız. Ya bizdeki en ünlü seyahatnamenin musannıfı? Çünkü gezmek de okumaya benzer, merhaleleri vardır. Ve okumayı bilmeyen ne gezmeyi bilir ne de kendini. Vücut tahıl ister, tahıl da emek…
Artık söz klişede. Okudukça bilmemeyi öğrenen mi çok bilir, yoksa çok gezen mi?
Şükrü KÖMÜR





Yorumlar