Aynı Zahiri Gizleyen İki Mefhum
- ŞÜKRÜ KÖMÜR

- 8 Şub
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Şub

Çağdaşlık ve Batılılaşma, aramıza yıllar önce girmiş ve girdiği günden beri de bizimle yaşayan iki mefhum. Çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılan bu iki mefhumu biz ne kadar tanıyoruz? Çağdaşlık lügatte; “Çağdaş olma durumu, aynı çağda yaşamış olma, modernlik.” olarak geçiyor. Batılılaşma ise; “Batılıların dünya görüşünü ve yaşayış tarzını benimseme, batıya ayak uydurma, garplılaşma” olarak geçiyor. Anlamlarından da anlayabileceğimiz üzere her iki kelimenin içeriği ya da muhatabı aynı değil. Peki, yıllar boyu hatta günümüzde dahi birbirlerinin yerine kullanılmaları neden? Zannımca bu sorunun cevabını çağdaşlığın tanımında yer alan “modernlik” ve batılılaşmanın tanımında yer alan “batıya ayak uydurma” kısımlarında aramak gerek. Bizler günümüze değin modern olma durumuyla batılı olma durumunu bir tutmuş, batılı olmadan modern olunamayacağını söylemiş durmuşuz. Bu durumun belki yüz yılı aşkın bir mazisi olmasına rağmen halen kimilerine göre moderniz kimilerine göre değil. Yani yüz yıldır batılı olmaya çalışıyoruz ama olamıyoruz, o zaman ya batılı olmak istemiyoruz ya da mevzu batılı olmak değil.
“Çağ dışılık ithamı iftiraların en alçakçası, en abesi;” diyor Cemil Meriç ve ekliyor, “aynı çağda muhtelif çağlar vardır.” Yani bir kişi, kendisi için en uygun çağı yaşıyor diye, neden bir diğeri ona uymak zorunda olsun ya da onu taklit etmesi gereksin? Yunan medeniyeti altın çağını yaşarken Mısır medeniyeti çağ dışı mıydı? İslam medeniyeti altın çağını yaşarken Avrupa medeniyeti çağ dışı mıydı? Hal böyleyken Avrupa medeniyeti altın çağını yaşıyorken diğer medeniyetler neden çağ dışı olsun? Netice itibariyle şunu açıkça görüyoruz ki çağa ayak uydurmak denen şey batılı olmaktan ya da batılı gibi yaşamaktan çok uzak. Burada araya şöyle bir soru girebilir, çağdaşlık eğer batılı olmak demek değilse ne demek? Bu soruyu da Attila İlhan’dan bir alıntıyla tartışmak daha münasip olacaktır diye düşünüyorum. Attila İlhan, “Batılı bir ülke için ilerlemek, gerçekte endüstrileşmek demek, batılılaşmak diye ayrıca bir sorunu yok! Bizim ikisini birleştirişimiz, daha doğrusu, endüstrileşmenin anlamını iki yüzyıl kavrayamayıp da işin sadece uygarlık yönüne bakışımız neden?” diye soruyor. Ne güzel söylemiş! “Batılılaşmak diye ayrıca bir sorunu yok!”. Bizim de yukarıda irdelemeye çalıştığımız nokta bir diğer medeniyete kültürel olarak neden bağlandığımız ya da bağlanmak istediğimizle alakalıydı. Yani bize göre de modern olmak ya da çağın gereklerine ayak uydurmak, kültüründen feragatle değil, tam tersi ona sıkı sıkıya sarılıp modern sayılan batı medeniyetine bu modernliği kazandıran bilimde ve teknikte yapılan atılımları görebilmekle mümkün. Peki, konu hakkında vecizeler düzmek kolay ama biz görebilmiş miyiz ya da görmek için bakmış mıyız? Edebiyatımızdan birkaç tane kült ismi dahi okusak görüldüğünü fark edebiliriz. Yukarıda isimleri zikredilenlere ek olarak size bir tane daha; Tarık Buğra Almanya’nın bu kadar kısa sürede şahlanışının sebebini soranlara şu şekilde cevap veriyor, “Her şeyin ama her şeyin kaderi insana bağlıdır, insan iyiyse iyi, kötüyse kötü! İyi ile kötü de insan için kültüre, sanata, ilme, tekniğe ve bunlarla ilişkisine göbekdaştır.” Olanca ihtişamıyla zengin ve bir o kadar da büyük bir kültürün kanıtları bu yazarlar. Bizim hor görüp adını anmaya dahi tenezzül etmediğimiz bir tarihin bekçileri. Aynı zahiri gizleyen o iki mefhumu o kadar güzel açıklamışlar ki görmeyen göze, duymayan kulağa onlar ne yapsın.
Bir tarafta modern ve büyük bir dünya diğer tarafta öz benliğimiz ve köklü bir mazi. Bu topraklardan birisine çıkmak da bir tercih, ikisinin arasına köprüler inşa edip her ikisinde yaşamak da. Ya da çağdaşlık ve batılılık atışmasında arada kaybolup gitmek de…
ŞÜKRÜ KÖMÜR






Yorumlar