Zamanın Hatırlamadıkları
- Baran Serdar
- 24 Nis
- 2 dakikada okunur

Tarih…
Ne kadar görkemli bir kelime. İçinde hem zamanın tozu, hem insanın izi, hem de hatırlamanın gücü var. Ama aynı zamanda unutturmanın inceliği de. Tarih anlatır gibi yapar, ama aslında seçer. Gösterir gibi yapar, ama saklar. Ve biz, çoğu zaman anlatılanı gerçek sanır, saklananı ise hiç fark etmeyiz.
Çünkü tarih, nadiren tarafsızdır. O, yazanın kalemiyle biçim alır. Ve çoğu zaman o kalem, kazananın elindedir.
Kazananın hikâyesi net olur. Zaferi kutlanır, adı sokaklara verilir, heykelleri dikilir. Oysa kaybeden? Adı silinir, hikâyesi unutturulur, suskunluğu tarih kitaplarının arasına sıkıştırılır. Ama bir şeyin anlatılmaması, onun yaşanmadığı anlamına gelmez. Tarih, yalnızca ne olduğunu değil, neyin unutulduğunu da sorabilme cesaretini gösterdiğimizde anlam kazanır.
Ben yıllardır tarih okurum. Ama artık sadece kronolojilere, savaşlara, antlaşmalara değil; satır aralarına, boşluklara, sessizliklere de bakmaya başladım. Çünkü bazı hikâyeler, anlatılmaz. Bazı insanlar, sadece suskun kalır. Ve bazı yerler, yalnızca fısıltılarla konuşur.
Bir köy düşün. Haritada bile yeri zor bulunur. Ama orada bir evin duvarına kazınmış bir tarih vardır. Ya da bir annenin hiç yazılmamış ama evladının gidişiyle biten bir hikâyesi… Onlar ne ders kitaplarında geçer, ne televizyon belgesellerinde. Ama yaşanmışlardır. Gerçektirler.
Tarihin bize verdiğiyle yetinirsek, hep eksik kalırız. Çünkü gerçek tarih, sadece anlatılanlar değil; anlatılmayanlarla tamamlanan bir bütündür. Bir sürgünün sessiz yürüyüşü… Bir çocuğun savaşta yetim kalışı… Bir dilin sessizce kayboluşu…İşte bunlar, zamanın hatırlamadıklarıdır.
Bugünün insanı için geçmiş bazen yalnızca nostaljidir. Ama ben geçmişi nostaljiyle değil, sorumlulukla anmak gerektiğine inanırım. Çünkü hatırlamak sadece bir duygu değil, aynı zamanda bir eylemdir. Unutmak çoğu zaman kolaydır; hatırlamak ise cesaret ister.
Peki biz neden bazı şeyleri hatırlamak istemeyiz?
Çünkü yüzleşmek kolay değildir. Kendimizi kurtarıcı, kahraman ya da mazlum olarak görmek konforludur. Ama bazı anlarda, bazı dönemlerde, bazı insanlar susarken bizim yüksek sesle konuşmuş olmamız; ya da bir başkasının acısını görmezden gelmiş olmamız, yüzleşmesi zor hakikatlerdir.
Tarih bize aynadır. Ama o aynaya her baktığımızda ne gördüğümüz, ne görmek istediğimizle şekillenir. Ve bazen, en çok kaçtığımız yüz, bizim kendi yüzümüzdür.
Yazmak benim için sadece bilgi aktarmak değil. Yazmak, sessiz kalmış birinin sesi olabilmek, tarihin arka sokaklarına bir ışık tutabilmek demek. Çünkü kelimelerle de hafıza kurulabilir. Ve belki bir gün, o unutulmuş isimler, yazının içinde yeniden çağrılır. O zaman tarih de biraz daha bütün olur. İnsan biraz daha insanlaşır.
Zamanın hatırlamadıkları çok. Ama yazmak, bazen zamanı bile geri çağırabilir.
Baran Serdar






Yorumlar