YÜZYILIN HASTALIĞI POPÜLİZM
- Melih Gökce
- 29 May
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Haz

On dokuzuncu yüzyılın sonları, 20. Yüzyılın başlarına doğru Dünya ciddi bir karmaşaya doğru itiliyordu. Yeni çıkan kavramlar, sistemler ve düzenler, insanların algı dünyasına birer birer yerleştiriliyordu.
Filozoflar, ilim adamları, akademisyenler, mühendisler, doktorlar, öğretmenler, herkes bu yeni düzenin karmaşasından nasiplenecekti. Sanayi, emek, özgürlük, hürriyet, serbest piyasa, demokrasi, milliyetçilik, basın ve medya gibi kavramlar yeni düzenin kullanışlı kumaşlarıydı ve bu kumaşlar, iyi bir terzinin elinde etkileyici bir elbiseye dönüşecekti.
Sırasıyla geçen Dünya Savaşları, krizler, salgınlar, gündemi hep diri tutuyordu. Dünyada yeni kurulan veya reforma gitmek isteyen çoğu ülke, demokrasi imtihanına tabi tutuluyordu. Bazıları bu imtihandan başarılı geçiyor, bazılarıysa sınıfta kalıyordu. İmtihanı geçenler zaman zaman sancılarla karşılaşıyor, bu sistemin en başarılı sistem olup olmadığını sorguluyorlardı.Bu ülkelerin halkları ise kendisine gelen gücün ne kadar kullanışlı bir kumaş olduğunun farkında değillerdi.
Fakat kumaşı kullanmaya mahir olan bazı siyasetçiler, siyasi partiler, rejimler ortaya çıktı. Bu bazı oluşumlar, 20. Yüzyılın sonlarından günümüze kadar salgın olarak gelişen “Popülizm” hastalığını perçinleyerek geliştirdiler.
Şimdi asıl meselemiz popülizme geldik. Fakat meseleye gelmeden önce neden girişi bu kadar uzattık, ona değinmek istiyorum. Modern Dünyanın ilacı niteliğinde olan Demokrasi, ismi Popülizm olan yeni bir hastalık peyda etti. Bizim popülizmi anlatmamız için modern dünyanın nasıl kurulduğunu, hangi merhalelerden geçtiğini ve hangi terimleri lügatlara soktuğunu bilmemiz gerekiyor.
Demokrasi dediğimiz olgu, bazı ülkelerde sancıyla, bazı ülkelerde coşkuyla karşılandı. Fakat bu öyle bir hal aldı ki, hem demokrasiyi coşkuyla karşılayanlar hem de sancıyla karşılayanlar da kendilerini aynı karmaşanın, aynı hastalığın ortasında buldular.
Saf Demokrasi dediğimiz kavram, modern demokrasi dediğimiz kavramdan çok farklıdır. Temel aynı olsa da modern demokrasi, bütün kurumları çalıştıran ve her kuruma demokratik olguyu yüklemeye çalışan bir sistemdir. Saf demokrasiyse Antik Yunan’dan sonra kendini yenilese de kurumlarla pek alakası olmayan, tek bir kavrama bağlı kalmış (seçim veya seçilme) sistemdir.
Popülizm dediğimiz hastalıksa, tam olarak bu argümandan besleniyor. Demokrasinin saf ve yalın halini kullanarak ortaya ciddi karmaşıklıklar çıkartıyor. Mesela, bu kavramlar günümüzde çok kullanılan ve televizyonda siyasetçilerin ağzından duyduğumuz, bize hiç yabancı gelmeyen “Halk İradesi, Söz Milletin, Milli İrade, Vesayet” gibi kavramları bu konu içerisinde değerlendirebiliriz.
Ve Popülist liderler bu kavramları kullanarak, algı ve manipülatif söylemlerle birlikte bir düşman yaratıyor. Kendisinin, kendi partisinin elitlere (halkın üst tabanı) karşı savaş verdiğini ve bu savaşta halkını koruduğunu, halkının iradesinden yana olduğunu sıkça belirtir. Yani anlayacağız, elitler var ve bir de halk var. Ve bu ikili arasında savaş olduğuna dair bir iddia var.Hangi elitler? Bu elitler kim? Tam olarak savaş verdiğimiz olgu ne? Bu sorulara cevap verilmemekle beraber, popülistlerin yanında olduğunu iddia ettiği halk kesimine de şöyle net bir soru yöneltiliyor: hangi halk?
Yazımın başında söylediğim gibi, bu bir demokrasi hastalığıdır. Ve bu hastalık, şu an hâlihazırda dünyanın en gelişmiş demokrasilerinden biri olan ABD’ye sirayet etmiş durumda. Donald Trump’un 2016’da başa gelmesinden sonra başlayan Popülizm ateşi, bu günlere yayılarak gelmeye devam ediyor.
Popülizmin tarihçesine girip yazıyı uzatmayacağım. Belki onu başka bir yazımda daha detaylı anlatmaya çalışırım. Fakat şuna değinmek isterim ki, şu anki siyasi konjonktürün bu kadar karmaşa halinde olmasının sebeplerinden biri, yine Popülizmdir. Çünkü 1980’lerde Sol ve Sağ Popülizm diye iki kavram vardı. Bugün bu iki kavram birbirine sarmalamış ve birbirini besler durumda, bu yüzden bu ikisini ayırt etmek çok zor. Kısacası, sokak ağzıyla kimin elin kimin cebinde olduğu belli değil.
Yine bunun bir tezahürü olarak, Popülizm artık sadece siyasette değil. Bilimde, Felsefede, Ekonomide, Tarihte, Sosyolojide, kısacası artık çoğu yerde karşımıza çıkmaktadır. Belki sosyal medyanın gelişmesi, belki de Popülizmin yapısında var olan kurumlara karşı güvensizlik argümanı, bunu tetiklemektedir. Ama gerçek olan şu ki, bu hastalık yayılıyor. Ve bu hastalık, dünya demokrasilerine ciddi zarar verdiği gibi, insanları sadece umutsuzluğa sürüklüyor.
Demokrasinin sadece seçim olmadığı, halk iradesi denen kavramın kurumlarla güçleneceği, daha 20. yüzyılın başlarında çoğu sosyal bilimci tarafından açıklanıyorken, bugün başa sarmak demokrasinin yeterince iyi olmadığını mı gösteriyor? Göreceğiz.
Melih GÖKCE
Comments