Durmanın Devrimi
- Nisa ÖNSÖZ
- 17 Tem
- 3 dakikada okunur

Bakır bir cezvede, kahvenin kokusunu içine çekerek, kaynama sesini hafif hafif işiterek, uzun uzun pişireceksin kahveyi. Yavaş hayatların bu basit işleri, bugünün hızlı hayatının lüks zevkleri olmuş durumda. Elbette bu lüks, para lüksü değil, zaman lüksüdür. Sürekli hızın pazarlandığı bir yüzyıldayız. Fast food artık herkesin bildiği bir örnekken; ek olarak eğitimde, iletişimde, sağlıkta, teknolojide, ulaşımda, alışverişte, aklınıza gelebilecek her alanda hız pazarlanıyor: “En hızlı internet”, “Aynı gün/ertesi gün teslimat seçeneği”, “Bir ayda İngilizce kursu” bunlardan birkaçı.
Sipariş veriyoruz ve iki dakikada kahvemiz önümüze hazır geliyor. Bu aşamada bize zevk veren bir durum yok. Sadece satın alıyoruz ve bu satın alma basit bir rutine dönüştüğünde, elbette zevk vermeyecektir. Ancak yavaşlarsak daha iyi hissettirecektir. Bu da bir alışkanlığa dönüştüğünde zevki kalmayacak diye düşünebilirsiniz; ancak ortada hissedilerek, düşünülerek, tadı alınarak, anın farkında olarak yapılan bir şey varsa, bilakis aynı sonuç olmayacaktır diye düşünüyorum.
Bize zevk vermeyen şey hız. Her adımımızın hızlı olduğu bu zamanda, düşünmeye, hissetmeye vaktimiz olmuyor. Bir yandan meşguliyet en güzel tedavidir; ancak bu meşguliyet hız demek değildir. Sadece tüketim hızlı değil elbette. Daha hızlı sabah/akşam oluyor. Haftalar, aylar göz açıp kapatmayla bitiyor. Senenin başını hatırlıyoruz, bir de sonunu. “Küçücük” dediğimiz bebek kocaman oluyor da ne zaman büyüdüğünü kimse bilmiyor. Bir zamanın bebekleri ise toprağın altında senelerini dolduruyor da üzerinden yıllar geçip gitmiş oluyor. Bunlar işin daha çok romantik-duygusal boyutu. Halbuki bir uzaylı veya kozmik güç, zamanın hızıyla oynamadı muhtemelen.
Burada konuya Paul Virilio’nun “Dromokrasi, Dromoloji” kavramlarıyla yaklaşabiliriz. Dromokrasi çağındayız; yani hızın iktidara sahip olduğu. Bizler de bu çağda yaşayan insanlar olarak dromoman’ler oluyoruz: sürekli hareket eden, kimliksiz, köksüz insanlar. Geçmişte bu kavram bir psikiyatri tanısıymış. Bu tanı konulan hastalar; kimseye söylemeden haftalarca, aylarca seyahat ediyor, hiçbir yerde sabit durmuyor, yeni bir kimliğe bürünüyor ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi geri dönüyor. Ancak günümüzde bu tanı kullanılmıyor çünkü modern insanın ruh hali tam olarak bu. Yani bedenlerimizle alıp başımızı bir yerlere gitmiyoruz; ancak ruh halimiz birer dromoman olmuş durumda. Ruh hallerimiz kökleşemiyor, sürekli yer değiştiriyor.
Dromokraside her şey hızdır. Örneğin sokaklar birer yaşama alanı değil, geçiş hattıdır. Büyük şehirlerde bu çok daha belirgindir. Otomobiller, toplu taşımalar… Sürekli bir akış, geçiş. Statik olan şey sadece binalar, ağaçlar, kaldırımlar; geri kalan her şey dinamik. Mesela savaşlar: her şey o kadar hızlı gerçekleşiyor ki, dünyanın öbür ucundan saniyeler sürüyor bir bölgeye askeri müdahalede bulunmak. Birkaç günde başlayıp bitiyor ve biz ne olduğunu dahi anlayamıyoruz. Kavramın iletişim‑medya boyutuysa da oldukça geniş. Sosyal medyada saniyeler içinde milyonlar tarafından linçlenebilir yahut övülebilirsiniz. Aranızda kilometreler olan birisiyle tek tıkla görüşebilirsiniz. Her şeyden her saniye haberiniz olabilir. Ruhunuz sosyal medyaya göre şekillenir. Kimliğiniz izlediğiniz videoya, takip ettiğiniz kişilere bürünür. Bir gün X kişisini ölümüne savunurken, ertesi gün umurunuzda bile olmaz. Çünkü birer dromoman olmuşsunuzdur.
Günlük hayatımızda hızın yerine dair daha birçok şeyden bahsedilebilir. Ancak bu hıza karşı yavaşlığın, dinamiğe karşı statiğin, harekete karşı duranın önemine vurgu yapmak istiyorum.
Goebbels “Propaganda yazıyla değil, doğrudan sözle ve görüntüyle yapılmalıdır.” diyor. Yazı, yani okumak, bu hızlı kavranabilen görsellik çağında yavaşlamanın ta kendisidir. Okumakla geçen süre bizi düşünmeye teşvik eder. Ancak politikacılar ya da yöneticiler, kitlelerin düşünmesini değil, sorgulamadan itaatini beklerler. Hız itaati, durmaksa tehdidi simgeler. Bu yüzden okuyarak yavaş olmamız değil, hitabetle ve görsellikle hızlı olmamızı hedeflerler ve bu hedefe ulaşılır da. Kim seçim zamanı vaatleri okur ki? Ya dinler ya da izleriz. Kısa videoların dahi ×2–4 hızda izlendiği günümüzde maalesef ki okumak ağır çekim durumundadır.
Başka bir statiğin önemine vurguysa sabit meskenlerdir. Virilio, burjuvazinin başlangıçtaki gücünü ticaret ve sanayiden, yani dinamik olandan değil, gayrimenkulünün varlığından, yani statik olandan aldığını söylüyor. Bazen hepimiz düşünmüşüzdür: Dünyadaki en güzel manzaraya sahip yerleri ilk kim sahiplendi ve statik gücüne sahip olmuş oldu? Boğaz’daki yalılar hep oradalar ve statikken çok değerliler. Ancak herhangi bir sokağa bakan, yani dolaşıma/hıza bakan bir evin kıymeti bunların yanında ne olabilir ki?
Elbette bu yine işin duygusal kısmına kayıyor; çünkü realist açıdan bakarsak Virilio’nun da dediği gibi “…durmak ölümdür.” Bir ülkenin askeri olarak yerinde saymasını, atalet halinde olmasını kastetmiyorum. Ancak halk neden hızlı olmak zorunda?
1848 Devrimleri sonrası halk üç tane sekiz istedi: 8 saat çalışmak, 8 saat uyumak ve 8 saat eğlenmek. İstediklerini aldılar da. Çalışma koşulları iyileşti, devrim gerçekleşti. Ancak günümüzde ne istiyoruz? Bence 8 saat işte yahut okulda geçirilen süreden kalan saatlerde gerçekten yavaşlamayı, yaşamayı istiyoruz. Hız makinelerde güzel duruyor, izlemesi keyifli de olabiliyor; ancak insan yüzlerinde hiç güzel durmuyor. Toplu taşımalardaki, otomobillerdeki insanların yüzünden yorgunluk akıyor ve hissetmeye, yaşamaya insanın hali kalmıyor. Yürümeye, sosyalleşmeye hali kalmayan insan sosyal medyaya koşuyor. Bu yüzden bugün bir devrim olacaksa bu, her şeyden önce kişinin ruhuna bir yer bulmasıyla, yavaşlamayla, durup düşünmeyle, dromomanlıktan çıkmakla olacaktır.
Dromokrasi çağından çıkmak ufukta gözükmüyor gibi; ancak bazen toplumsal olmayıp bireysel olmak gerekiyor. Yararlı–yararsız her bilginin hızla gözümüzün önünden gelip geçmesini reddedip, ölçüsü dahilinde uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu reddedip gerekiyorsa, hiçbir şey yapmadan düşünelim. Dromoman’ler olarak bizlerin kulağına sıkıcı gelse de, düşünmek zor bir devrimdir.
Nisa ÖNSÖZ





Yorumlar