top of page

SIKILMAK


sıkılmak

Zaman, parmak uçlarımızdan süzülüyor; ama bu süzülme, tabiatın sabırlı bir nehri gibi değil, dijital bir taşkın gibi: yönsüz, şekilsiz ve bilinçsiz. Parmaklarımız ekranı kaydırırken, fark etmeden zihnimizin ritmini de kaydırıyoruz. Artık düşünmek için durmak değil, eğlenmek için hızlanmak istiyoruz. Oysa insan, sadece yürüdüğünde değil; düşündüğünde de bir yere varır. Düşünmek, varoluşun pusulasıdır. Zihnin yönünü tayin ettiği her an, insana hem “nerede olduğunu” hem de “kim olduğunu” hatırlatır. Fakat biz artık bu hatırlatmalarla yüzleşmek istemiyoruz. Eğlenceye sığınmak, yön tayin etmeye çalışmaktan kolay geliyor. O kaygan zeminde kendimizi bırakmak, yön bulmaya çalışmaktan daha zahmetsiz. Fakat yönsüz kalan bir akıl, nereye gitse de hep eksik kalır. İşte bu yüzden, hızlandıkça yönümüzü, kaydırdıkça kendimizi yitiriyoruz.



Sıkılmak, modern dünyanın tanımadığı bir duraktır. Eylemsizliğin arasında doğan bu tuhaf his, çoğu zaman bastırılması gereken bir bozukluk gibi görülür. Oysa belki de sıkıntı, zamanın yavaşladığı ve zihnin derinleşmeye çağrıldığı nadir anlardandır. Dış dünyanın sürekli akan uyarıları kesildiğinde, Zihnin kuytusunda yankılanan silik bir tedirginlik… işte odur sıkılmak. Ve belki de bu sızlama, başka bir yöne kıvrılmamız gerektiğinin sezgisel işaretidir. Ama biz, bu işareti takip etmek yerine üzerini örtüyoruz. Boşluğa tahammül edemiyor, sessizliği anlamadan susturuyoruz. Parmağımız yine ekranın yüzeyine gidiyor; çünkü içimizde beliren fısıltıyı duymak, dışarıdan gelen sesleri dinlemekten çok daha zor geliyor. Böylece sıkıntı, yön gösteren bir sezgi olmaktan uzaklaşıp, içe gömülen bir yankıya dönüşüyor Ve bu çağrı her bastırıldığında, insan biraz daha yüzeyde yaşamaya mahkûm kalıyor.



Zamanı artık yalnızca geçip gitmesiyle tanımlar olduk. Ne kadar hızlı aktığına, ne kadar çabuk tüketildiğine bakıyoruz. Eğleniyorsak zamanın "nasıl geçtiğini anlamıyoruz", sıkılıyorsak geçmek bilmediğinden şikâyetçiyiz. Oysa belki de zamanın gerçek ölçüsü, içinde ne kadar derinleşebildiğimizle ilgilidir. Belki de insanın içsel zamanı, eğlenmenin değil, anlamanın peşindedir. Ve anlam, sadece bilgiyle değil; çoğu zaman sessizlikle, boşlukla, duraksamayla kurulur. Boşluğa düşmeyen bir zihin, kendi derinliğini fark edemez. Ama o boşluğu anlamla değil, oyalanmayla kapatıyoruz; zihnimizi dolduran şey, çoğu zaman içimizi boş bırakıyor. Bu doluluk ilk bakışta tatmin edici görünür; ama çoğu zaman bir doygunluk değil, zihinsel bir şişkinliktir. Ne hissettiğimizi bilmeden doluyor, neye yöneldiğimizi bilmeden taşıyoruz. Böylece zaman, içinde var olduğumuz bir gerçek değil, artık sadece çevresinde döndüğümüz bir boşluk hâlini alıyor.


Zihnimiz artık hep uyanık ama nadiren gerçekten farkında. Dikkatimiz sürekli açık durumda, ancak belirli bir odağa yönelmekten yoksun. Karşımıza çıkan her şey görünürlük kazanıyor ama bir iz bırakmadan geçip gidiyor. Bilgi akıyor fakat zihinde yer etmiyor; düşünceler belirse bile sonuna varamadan sönümleniyor. Biz meşgulüz, evet; ama bu meşguliyet üretken değil, tüketici. İçerik değişiyor, gündem değişiyor ama biz hep aynı yerdeyiz: dolu görünen, ama içi boş bir bilinç durumunda.



Belki de en büyük kaybımız, hiçbir şey yapmamakla yüzleşememek. Çünkü sıkılmak, dış dünyanın sunduklarından değil, iç dünyanın söyleyemediklerinden doğar. Ve bu yüzden değerlidir. Zihnin gerçekten ne düşündüğünü, ruhun ne hissettiğini ancak bu duraklamalarda duyabiliriz. Sürekli uyarılmanın, sürekli bir şeylerle meşgul olmanın ardında kalan o boşluk, aslında bir çağrıdır: düşünmeye, yön bulmaya, kendine dönmeye bir davet. Zamanı öldürmek yerine, onun içinde gerçekten var olmayı seçmek belki de ilk adımdır. Çünkü bazen, hiçbir şey yapmamak bile bir tercihtir ve belki de en bilinçlisi.



Ahmet Faruk İLHAN

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
  • Instagram
bottom of page