Modern Çağın Tasavvurları Üzerine Sorgulamalar 3: Başarı/sızlık
- Muaz Sayın
- 10 May
- 2 dakikada okunur

Bir genç olarak, kendim başta olmak üzere modern dönemin insanının ve bilhassa (özellikle) gencinin “başarmak” sorumluluğu altında ezildiğini görüyorum. Bu baskı altında kalarak intihara meyledenlerin sayısı hiç de az değil. Başta da belirttiğim gibi, bu sayının büyük bir kısmını da maalesef biz gençler oluşturuyor.Peki, başarı ya da başarısızlık nedir? Yalnızca neticeyi elde etmeye yahut edememeye bağlı bir tasavvura mı sahip olmak zorundadır bu ağır kavram?Bu sorulara Sisyphos ve Celaleddin Harezmşah üzerinden bir pencere açmaya çalışacağım.
Öncelikle, bizce (maalesef) daha meşhur olan Sisyphos'u kısaca anlatalım. Homeros, Odysseia isimli eserinde onu şöyle tanımlar: Sisyphos, ölümlülerin en bilgelerinden olmasına rağmen işlediği bir suçtan ötürü tanrılar tarafından cezalandırılır. Cezası, dev bir kayayı elleriyle iterek bir tepenin doruğuna çıkartması; ancak tam zirveye ulaştığında kayanın yeniden aşağı yuvarlanması ve Sisyphos’un bu işi sonsuza dek sürdürmesidir. Albert Camus, absürd kavramını tamamen bu anlatı üzerine inşa etmiş ve Sisyphos’un aynı zamanda mutlu olduğunu varsaymamızı istemiştir. Ben de aynı varsayımda bulunmanızı istiyorum.
Ama Camus gibi buradan hayatın anlamsızlığına rağmen yaşanması gerektiği sonucuna ulaşmak yerine, alternatif bir bakış açısı sunmak istiyorum. Evet, Sisyphos kayayı hiçbir zaman doruğa çıkarmayı başaramamasına rağmen memnun bir şekilde aşağı inip o kayayı tekrar itiyordu. Çünkü amacı zaten o neticeyi elde etmek değil, tanrılar tarafından verilen vazifeyi yerine getirmekti. Vazifesi, o kayayı zirvede tutmak değil; onu oraya kadar taşımaktı. Zaten tanrılar tarafından verilen bir vazifeyi yerine getirmek başlı başına bir şeref değil midir? İlle de somut, pragmatik (faydacı) bir netice mi elde edilmelidir?
Şimdi kendi kültürümüzden bir anlatıya dönelim. Elbette bu anlatının tarihsel olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin bir önemi yoktur. Önemli olan, bizim hisse çıkartabileceğimiz bir anlatı olması ve bizim mitimiz olmasıdır. İhsan Fazlıoğlu hocanın dediği gibi: “Bir millet kendi masallarıyla, kendi mitleriyle millet olur.”
Bu ikazdan sonra kıssamıza gelelim:
O zamana kadar kimsenin yenemediği Moğolları birçok defa mağlup eden meşhur kumandan Celaleddin Harezmşah, bir gün yeniden Moğol ordusuna karşı gazaya çıkacağı vakit, bazıları ona şöyle der:“Sen birçok kez galip geldiğin gibi yine onları yeneceksin.”Celaleddin Harezmşah bu iltifata karşı dönüp şöyle der: “Ben kafire karşı gaza ile mükellefim. Beni muzaffer edip etmemek Allah’ın işidir. Ben O’nun vazifesine karışmam.”Celaleddin Harezmşah, başarmanın neticeyi elde etmek değil, neticeyi elde etmek için kendi üzerine düşeni yerine getirmek olduğunu; yani aslında tevekkülün esasını kavrayıp bu esasa uygun hareket ettiğini göstermiştir. Nitekim bu anlayışın neticesinde zaferlerle rızıklandırılmıştır.
Evet, benim gibi çok gayret edip çalışmasına rağmen hedeflediği neticeye ulaşamadığı için kendini başarısız zanneden genç kardeşlerim başta olmak üzere, bu memleketin tüm fertlerine diyeceğim şudur: Modernizmin pragmatik ve sonuç odaklı bir şekilde tanımladığı “başarı” kavramını, tevekkül ile enfüsi (iç) âlemimizde yeniden tanımlayalım. Ve en zor günlerimizde bile Hz. Yakup (a.s.) gibi “Yalnızca kâfirler Allah’tan ümitlerini keserler.” (Yusuf Suresi, 87. Ayet) deyip, tevekkülle besmele çekerek tekrar ayağa kalkalım.
Rabbim muvaffak eylesin…
Muaz SAYIN
Comments