Modern Çağın Tasavvurları Üzerine Sorgulamalar 1: Bilim Nedir?
- Muaz Sayın
- 4 Mar
- 4 dakikada okunur

Günümüzde hakkında net bir tasavvura sahip olunmamasına rağmen sıkça kullanılan ve üzerine konuşulan kavramlarımızın başında bilim gelmektedir. Bu yazımızda, birçok kişinin belki de şu ana kadar kendine hiç sormadığı, hatta bazılarının ömür boyunca aklına bile gelmeyen bir soruyu soracağız kendimize: Bilim nedir?
Her şeyden önce, “bilim nedir?” sorusu aslında hatalı bir sorudur. Çünkü çoğu kişinin zannettiğinin aksine, bilim yekpare (parçalanmaz bir bütün) bir yapıya sahip değildir. Daha açık ifade etmek gerekirse, bilim diye bir şey yoktur; bilimler vardır. Her bir bilim, kendine has usullere, amaçlara ve nesnelere sahiptir. Biraz daha derinlik kazandırmamız gerekirse, şu şekilde ifade edebiliriz: Her bilim, konusu olarak belirlediği nesneyi kendi usulüne göre açıklama amacı güder. Dolayısıyla kendine has sınırları vardır. Yalnız bu, günümüzün varlığa dair bilgi üretme yöntemleri olan bilimlerin hiçbir ortak özelliği yok demek de değildir elbette. Bu sınırlara değinmeden önce, aslında bilim dediğimiz kavramın (science) da çok yeni bir kavram olduğunu belirtmemiz gerekir. İlk kez 1834’te William Whewell tarafından kullanılan bu kavram, zamanla başka anlamlar/tasavvurlar yüklenerek günümüzdeki halini aldı. Eğer bunu göz önünde bulundurursak, var olana dair halihazırdaki bilgi üretme yöntemlerimiz olan bilimlerimizin çerçevesini son 200 yılda çizdiğimizin idrakinde oluruz. İşte bu çizdiğimiz çerçevenin genel hatları, büyük ölçüde Kant tarafından çizilmiştir. Kant’ın çizdiği genel hat, “bilimlerin yalnızca 5 duyu tarafından algılanabilen nesneler dünyasını (Kant’ın tabiriyle fenomenler) incelemesi” olarak özetlenebilir. Elbette bu fikir ansızın Kant’ın zihninde belirmiş değildir. Tarihî bağlam göz önünde bulundurulduğunda, Bacon gibi, Locke gibi isimlerin önderliğinde buraya doğru bir meylin olduğu görülebilir. En başa dönecek olursak, bugün “bilim” derken Kant sonrası bir bilim idrakine sahip olduğumuzdan, var olana dair bilgi üretme aracımız olan bilimlerimizin incelediği dünya –bir ön kabul olarak– 5 duyumuzun algıladığı dünyadır. İşte her ne kadar bilim değil bilimlerimiz olsa da, bu bilimlerimizin kendine has sınırları olduğu gibi ortak bir sınırlarının olduğunu da görmüş olduk. Peki bunu bilmek bize ne katar?
Her şeyden önce, bunu bilmek bilimlerin bilgi sınırlarının ötesi hakkında bilgi talep etmek gibi boş bir uğraştan bizi kurtarır. Günümüzde sık sık tartışılan Tanrı, ahiret, cin, melek gibi gözlemsel dünyanın sınırlarının dışında olan nesneler hakkında bilim konuşamaz. Tanımı gereği bunu yapamaz. Yani bir kişi, “Bilimsel olarak Tanrı’nın varlığını ya da yokluğunu ispatladım.” diyemez. Derse, ya bilim kavramı ya da Tanrı kavramı hakkında yanlış bir tasavvura sahiptir. Bununla birlikte, metafizik (fizik ötesi) nesneler ile alakalı bilimden faydalanılarak yargıda bulunulamaz mı diye sorulacak olursa, elbette bulunulabilir. Lakin bu faaliyete genel anlamda felsefe, özel anlamda doğa felsefesi denilir.
Bunun dışında, modern bilim kavramının tarihsel süreç içerisinde sonradan belirmiş ve tanımlanmış olduğunu bilmek, bilim tarihine yani insanoğlunun varlığa dair bilgi üretme faaliyetinin tarihine bakışımızı da köklü şekilde değiştirecektir. Çünkü artık geçmiş medeniyetlerdeki bilgi üretme faaliyetini günümüzün bilim tanımı üzerinden değil, söz konusu medeniyetin filozof-bilim insanlarının o günkü bilim tanımları üzerinden okumaya ve idrak etmeye başlarız. Zira artık her çağın ve medeniyetin kendine ait bir bilme metodu olduğunun idrakindeyiz. Yani bu sayede, “İslam medeniyetinde neden Heisenberg gibi bir bilim insanı yok?” ya da “Osmanlı’da neden bilim insanı yok?” gibi sorulara karşı rahatlıkla şu cevabı verebiliriz: “Çünkü o devrin filozof-bilim insanlarının, senin bugünkü tanımladığın anlamda bir bilim anlayışları yok.” Örnek vermek gerekirse, klasik çağın (science öncesi dönemin) en itibarlı ve makbul bilimi metafizikti. Dolayısıyla aslında İmam Gazali, o dönemin bilim insanıydı. Örnekleri çoğaltmayı meraklı arkadaşlara havale edip, elde ettiğimiz ikinci faydaya gelecek olursak, modern bilim tanımımızı bilmek bizi tarihçilerin anakronizm diye tabir ettiği –“bugünün tasavvurlarını ve şartlarını geçmişe taşıyarak tarihi yorumlamak” olarak kısaca özetleyebileceğimiz– hataya düşmememize vesile olur.
Şu ana kadar temelde 4 önemli unsuru tespit etmiş olduk:
Bilim yoktur; bilimler vardır.
Bu bilimlerin sınırları vardır ve tanımlarına göre çizilir.
Bilim tanımı çağlara ve medeniyetlere göre değişebilir.
Günümüz bilimlerinin ortak sınırı, 5 duyu organımızın algıladığı dünyadır.
Günümüz bilimlerinin özelliklerine biraz daha derinlemesine değinmemiz gerekirse, herkesin bildiği doğa bilimleri ve sosyal bilimler olarak iki gruptan söz edebiliriz. Lakin bu isimlendirmede, yani sınıflandırmada bile, küresel anlamda bir icmadan (konsensüsten/ortak kanaatten) söz etmek pek mümkün değil. Örneklerle somutlaştırırsak, Alman üniversiteleri çoğunlukla –istisnaların olması, ülke içinde bile konuda tam anlamıyla bir uzlaşı olmamasına işaret eder ki Türkiye’de de durum böyledir– Naturwissenschaften (doğa bilimleri) ve Geisteswissenschaften (ruhsal bilimler) olarak ayırırken; Amerikan ya da İngiliz üniversiteleri çoğunlukla natural science (doğa bilimleri), social science (sosyal bilimler), humanities (insani bilimler) ya da arts (sanatlar) –ilginç bir şekilde ekonomi ve felsefe de bu bilimlerden kabul edilir– olarak ayırmaktadır. Ama genel tabloya bakacak olursak, iki grup var denilebilir:
Dili tamamen matematik olan ve odak noktası tabiat olan doğa bilimleri.
Matematikten kısmen yararlansa da daha çok felsefeye kayan, insanın mekanik yönünden ziyade ruhsal tarafından kaynaklı olguları inceleyen sosyal bilimler.
Fark ettiyseniz, doğa bilimleri modern bilimin tanımına daha uygun bilimler olarak gözümüze çarpmaktadır. Yani 5 duyu organımızla elde ettiğimiz verileri matematik diliyle ifade ettiğimiz bilimler, daha çok doğa bilimleri –bilhassa fizik bilimi–dir. Gerek akademide gerekse popüler kültürde en fazla değer gören, rağbet edilen –belki biraz ağır olacak ama– kale alınan bilimlerin fizik başta olmak üzere doğa bilimleri olması da bunun bir sonucudur. Elbette bu genel yaklaşım, biraz da doğa bilimlerinden elde edilen verilerin –dolayısıyla çıkarımların– daha sağlam ve güvenilir olmasıyla da yakından ilgilidir. Mesela, fizik biliminin ilgilendiği nesneler herkes için net iken, psikolojinin değildir. Zira psyche, herkesçe üzerinde uzlaşılarak “şudur” denilebilen bir nesne değildir. Bunun doğal bir sonucu olarak, fizik biliminin çıktıları genel anlamda psikolojiye göre daha genelgeçer ve sağlamdır denilebilir. Bu bilimlerin arasındaki fark, aslında sadece nesnelerde değil, onlardan elde ettiğimiz verileri bütüncül bir açıklama (neden-sonuç ilişkisi) içinde sunarken kullanılan araçta, yani bu bilimlerin dilinde de bulunmaktadır. Fizik başta olmak üzere doğa bilimlerinin dili matematik iken, psikoloji başta olmak üzere sosyal bilimlerin dili ağırlıklı olarak –ister istemez– mantıktır. Tabii ki de matematik ile ifade ettiğimiz fiziksel kuramlar değişmez değildir ve tarih boyunca da değişmiştir. Ama bu kuramların doğruluğunu denetlemek, belirttiğimiz nedenlerden ötürü, sosyoloji ya da psikolojideki kuramların doğruluğunu denetlemekten daha kolay ve üzerinde daha rahat uzlaşılabilirdir.
Geldiğimiz noktada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Her bilim aynı ölçüde objektif değildir.
Hatta ulaştığımız bu sonuç gibi bir takım sebeplerden ötürü, Kant biyolojiyi bile bir bilim olarak kabul etmez. Meraklılar, Kant başta olmak üzere Leibniz, Descartes, Bacon, Locke; biraz daha günümüze gelirsek Thomas Kuhn, Paul Feyerabend gibi bilimin ne olduğu üzerine kafa yormuş birçok düşünürün konu ile ilgili kanaatlerine de bakabilirler. Üzerine konuştuğumuz meselenin çok su götürür olduğunu ve dipsiz bir kuyuya benzediğini rahatlıkla söyleyebiliriz aslında. Bu da bizi yazının başından beri gelmek istediğimiz noktaya getiriyor:
“Hakkında kesin bilgi sahibi olduğumuzu zannettiğimiz şeyler, genellikle üzerinde çok da kafa yormadığımız şeylerdir. Bunların başında da varlığı ve var olanı nasıl bildiğimiz gelir. Yani bilim…”
Muaz SAYIN
Comments