top of page

Hakikatin Kendisi

Güncelleme tarihi: 24 Haz

Hakikatin Kendisi

İnsan, her canlı gibi yaşam üzere doğan bir varlıktır. Fakat, gariptir ki yaşamak için doğan her canlı, artık ömrünün belli bir evresinden sonra kendisi bunun farkında olmasa dahi sonunu hazırlamaktadır. Bu farkındalık ise elbette aklı olan insan için geçerlidir. Zira, diğer canlıların bu dünya hayatını devam ettirmekten başka bir gayesi yoktur; onlar yer, içer, içinde yaşadıkları günlerini geçirirler. Bunların dışında başka bir maksatları ya da varacakları bir yer yoktur.



Her canlı doğar ve bir müddet ailesinin yardımlarıyla kendisine hayatın içerisinden bir yer arar. Şayet bu yardım olmazsa, hiçbir canlı öğrendiği şeyi tam öğrenemez ya da bazı şeylerden mahrum kalır. Mesela bir aslan, bir müddet ailesinin korumasında kalarak beslenir; sonrasında avını kendisi seçer ve netice olarak hayatını bu şekliyle yaşamayı öğrenir. İnsan da böyle midir? Elbette diyemeyiz. Her ne kadar bazı benzerlikler olsa da insan, aklî melekeleri olan; doğru ve yanlışı ayırabilen, hak ve adalet, iffet gibi aklı olana ait olabilecek kıymetlere sahip olan, yaratılışı itibarıyla muhteşem bir varlıktır.


Fakat, hayat garip bir denklemdir. Çünkü doğarken yaşamak için dünyaya gelen insan, aklen doğru ve yanlışı ayırabildiği bir yaşa geldiği zaman, artık ölümü için farkında olmasa dahi bir hazırlık yapar. Mesela, düşünün ki bir insan öldüğü zaman çevresinin onu iyi bir insan olarak hatırlamasını arzu ederse, bütün hayatı boyunca “iyi” olan şeyleri; yani insanların memnun olduğu ve onları mümkün olduğunca kırmayacak davranışlarla yaşamaya çalışır. Tabii bu yaşam çabası her zaman başarılı olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir davranış, bir başkasına göre kötü olabilir. Dolayısıyla, insanın herkesin gönlünü kazanması ve iyi bir insan olarak herkesin takdirini ya da sevgisini kazanması pek mümkün değildir.


Şöyle tasavvur edelim: Yegâne önderimiz olan Rasulullah (s.a.s.)’ın arkasında durup namaz kılan, fakat buna rağmen hakiki anlamda iman etmemiş olan münafıklar vardı. Bu kişiler, her ne kadar İslam’ın yayılması için gayret gösteriyor ve Rasulullah’ı sevdiklerini iddia etseler de, hakikatte vakıa tam tersiydi. Düşünün ki âleme rahmet olarak gelmiş olan bir Rasul’e dahi ikiyüzlülük yapma cesaretini gösteren insanoğlu, sizce bir başkasını kalbinde hiçbir fesat olmaksızın sevip onun iyiliklerine karşı vefalı olmayı ne kadar başarabilir? Ya da tam anlamıyla insanlara layık olmaya çalışan biri aslında ne kadar beyhude bir çaba içerisindedir, değil mi?


Şu hâlde, aslında her birimizin doğumundan itibaren hazırlandığı son, yani ölüm, bize adım adım yaklaşırken; beyhude çabalar içinde olmaktansa, farklı bir deyişle insanoğluna yaranmaktansa, hakikatin kendisi olan ölüme Allah Teala’yı razı ederek yaşamak, ticaretin en kârlısı olacaktır. En başta da söylediğimiz gibi, insan düşünen bir varlıktır ve aklı ile doğru ve yanlış arasında bir köprü kurar. Amacı ise her daim o köprüyü bir araç belleyerek yanlıştan kaçınarak doğruya yolculuk etmektir. İşte bu köprü hayattır, yaşamdır, dünyadır ve bir süreçtir.



Son olarak, madem ki insan aklı olan ve doğruyu yanlıştan ayıran bir canlıdır; o hâlde öldükten sonra, aklı olmayan hayvan ile aynı toprağa gitmesi düşünülebilir mi? Elbette hayır! Zira, insana verilen bu melekeler süs olsun diye değil, bilakis Yaratıcı’yı bulmak ve bulduktan sonra O’nu razı etmek için kullansın diye verilmiştir. Ölümün bir hakikat olması, onun bu dünyada başımıza gelecek kesin bir hâl olmasından değil; başka bir yaşamın başlangıcı olmasındandır. O yaşam ki, bu dünyada yapılan hayır ve şerlerin karşılığını (ceza veya mükâfat) alacağımız bir mekândır. Dolayısıyla doğmak ve yaşamak tamamıyla ölüm içindir. Ölüm ise doğmanın bir başka adıdır.

 


Muhammet Musab AKKAYA

Comentários

Avaliado com 0 de 5 estrelas.
Ainda sem avaliações

Adicione uma avaliação
  • Instagram
bottom of page