Müslüman Devletlerin Filistin Demagojisi
- Melih Gökce
- 7 Mar
- 2 dakikada okunur

Yazıma “demagoji” kavramının tanımıyla başlamak istiyorum. Sözlüğe göre demagoji, “bir kimsenin ya da topluluğun duygularını kamçılayarak, okşayarak, ona ya da onlara gerçekdışı şeyler söyleyerek kendine çekmeye çalışma” anlamına gelir. Fransızcadan dilimize geçen bu kelimenin TDK’deki karşılığı “halk avcılığı” dır.
İslam tarihinde nice savaşlarda, gazalarda ve harplerde azın çoğa üstün geldiği aşikârdır. İnanç, maneviyat, birlik ve gücün birleşimiyle İslam toprakları büyümüş, bu topraklar üzerinde nice devletler kurulmuştur. Müslümanların son 100 yıldır kanayan yarası olan Filistin, “laik” ya da “şeriat” ile yönetilen Müslüman nüfuslu Ortadoğu devletlerinin iç siyaseti konsolide etme aracına dönüşmüştür. Örneğin, İsrail’in kuruluşunda büyük pay sahibi olan Suudi Arabistan yönetiminin Filistin konusunda hep geride kalması, ancak her acı olayda Mekke’deki Kâbe imamlarının ağlayarak Filistin için dua etmesi, içinde bulunduğumuz çelişkili durumu yansıtır. Coğrafi konumuyla Mısır, siyasi konumuyla Türkiye, Filistin meselesinde odak noktası olan ülkelerdir. Siyasi ve toplumsal açıdan benzerlik gösteren bu iki ülkenin liderleri, geçmişte, günümüzde ve maalesef gelecekte bu meseleyi siyasi araç olarak kullandılar, kullanıyorlar ve kullanacaklar. İran’ı bu tartışmaya dahil etmek istemiyorum; zira onun derdi başkadır. Tarih boyunca mezhepçilik yaptığı ve Sünni Müslümanlar tarafından takdir görmediği acı bir gerçektir. Tarihsel açıdan Filistin’e baktığımızda, Arap devletlerinin başlangıçta mücadele ettiğini ancak zamanla bu çabanın azaldığını, hatta Filistin’in kutsallığının unutulup Siyonist çetelere peşkeş çekildiğini görüyoruz. Yazıma, Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) adeta bugünleri görürcesine söylediği bir hadis-i şerifle devam etmek istiyorum: “Şeytan, sürüden ayrılan koyunu kapmaya çalışan bir kurt gibidir. Sakın tefrikaya düşmeyin. Topluluktan (sevâd-ı âzam) ayrılmayın.”
Müslüman toplumların bu kadar kolay fırkalara ayrılmasını ve bölünmesini neyle açıklayabiliriz? Örneğin, Mısır’ın kendi sınırındaki Filistinli cihatçıları İsrail’e ifşa etmesini nasıl yorumlamalıyız? Ya da Türkiye’nin İsrail ile ticari ilişkilerini tamamen kesememesini? Uluslararası normlar ve antlaşmalar dediğinizi duyar gibiyim. Peki bu kurallar yalnızca Müslümanlar için mi geçerli? Kimyasal silahlarla masum Filistinlileri katleden İsrail için bu antlaşmalar ne kadar bağlayıcı? Tevhid inancıyla yola çıkan ve 1400 yıldır çizgisinden sapmayan bir dinin mensupları olarak, din kardeşlerimize eza ve cefa edilirken bizi başka meselelerin peşine düşüren güç nedir? Tevhidi, birliği unutan bir Müslüman toplumundan bu zulme karşı nasıl bir direniş bekleyebiliriz? Durum o kadar içler acısı ki, bu yazıyı okuyanlardan birinin mutlaka “Ama Doğu Türkistan’da da zulüm var!” diyeceğinden eminim. Filistin’in bile iki başlı yönetimle parçalandığı, bu yönetimlerin birbirini düşman görerek İsrail’in ekmeğine yağ sürdüğü ortadayken, İslam dünyasının bu dağınıklığı nasıl aşacağı meçhul.
Bu acı gerçeklerle yüzleşen İslam toplumu nasıl düzelecek? Müslüman devletlerin yöneticileri bu soruyu ne kadar dert ediniyor?
İslam toplumu olarak Filistin’i düşmanın ağzına yem ediyoruz. Bu vebalin hesabını nasıl vereceğiz? Cevabını size bırakıyorum.
Melih GÖKCE
Comentários