top of page

Kalabalık Yalnızlık

Kalabalık Yalnızlık

Dünyada milyarlarca insan var. Ülkemizde 80 milyonu aşan bir nüfus. Kendi yaş grubumuz birkaç milyon desek, epey çok insan yapıyor. Biraz daha daraltalım, kendi çevremize yaklaşalım: aile, farklı yerlerden arkadaşlar, akrabalar…

Epey bir insan saydık gibi. Bu kişileri bir odaya toplasak hayli kalabalık olur. E, iletişim kurma olanakları tarih boyunca hiç olmadığı kadar kolay. Peki bu kalabalık insan topluluğunda, bu kadar kolay iletişim kurulabilen bu çağda insan neden kendini yalnız hissediyor? Neden 2024 yılında yılın kelimesi “kalabalık yalnızlık” seçiliyor?



Bu soruları düşündüğümde zihnimde insanın iki temel ayrımı canlanıyor: bedenimiz ve ruhumuz. Bu çağda “beden” (bunu somut, fiziksel, madde olan diye adlandırabiliriz) kavramı önde. Yani kalabalık görüntülerde bedenler var. Bu bedenler çağın belirlediği rolleri oynuyor. Bir diğer insan ise ruh görünmeyen, soyut olan. Bu kavram, kişiden kişiye değişmekle birlikte genelde “beden”in çokça gerisinde. Kalabalık görüntülerde, topluluklarda bu “ruh” yok. İnsanlar olarak da bu ruhu arıyor muyuz, emin değilim.

Görünüşte sıklıkla çalan bir telefon, bir aile, bir arkadaş grubu, uzunca bir masa etrafında toplanmış insanlar olabilir. Ancak bunlar maddesel formlar. İnsanlar somut olarak oradalar. Sosyal medya fotoğrafları, kalabalık görüntüler, mutlu arkadaşlıklar, birbirini çok seven çiftler… Hepsi somut, ama ruhları hakkında şüphe duyduğum şeyler.


Ruhlar nerede peki? Fikrimce ruhlar kayıp. Yalnızlıksa bir his. Bu his, kalabalıktaki bedenin içindeki uzaklıklarda.

İletişim kurma olanakları ne kadar gelişse de ruhların kayıp, kendinden bihaber olduğu bu zamanda bedenler iletişim kuruyor. Beden iletişimleriyse yüzeysel. Bu yüzeysellik ruhları uzaklardan çağıramıyor. Sosyal medyada çokça gördüğümüz “aniden gelen overthink” kavramı, bu ruhun uzaklarda olmasının yansımasıdır. Ruhun hissedilmediği, belli ezber diyaloglara dönmüş bu sohbetlerden ne beklenebilir? Artık yavaş yavaş (belki de gayet hızlıdır) bir şey beklenmiyor gibi. Kanlı canlı yanı başında duran insanlar öyle uzak ki, insanlar içini ekrana açıyor. Herkesin bir yapay zekâ dostu olmaya başladı bile. Henüz beden formuna bürünmediler ama insanlar onlara ruh atfeder oldu. Neden mi? Çünkü yapay zekâ bizi bizden iyi tanıyor.


Peki insan yalnızlıktan nasıl kurtulur? Ben yalnızlığı ruhla ilişkilendiriyorum. Yani yalnızlık bedensel değil, ruhsal. TDK yalnızlığı sıfat olarak “yanında başkaları bulunmayan”; zarf olarak ise “tek başınalık” olarak tanımlıyor. Ben bu tanımlara katılmıyorum. İnsanlar bekâr birisini, eşini kaybetmiş veya boşanmış bir kadını- erkeği, sınıfın köşesindeki tek başına birini gördüğünde ona “yalnız” sıfatını, zarfını uygun görürler. Çünkü kendilerinin yanında somut varlıklar vardır! Toplum “tek başınalık” ile “yalnızlık” arasında ayrım yapmıyor.


Turgut Uyar “İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalnızdı.” diyor şiirinde. Bektaş yalnız değildi dağ başında tek başınaydı aslında. İnsanlar ise “kalabalık” şehirlerde tek başına değil ancak yalnız. Bektaş’ın yanında pek insan yoktu belki ama “üç beş koyun, bir köpek” ile yalnız değildi. Mayıs böceği gibi tek başınaydı ama bir arı kovanı kadar kalabalıktı ruhu. Yağmurların altında, bulakların kenarında tek başınaydı; fakat şehir binalarındaki “kalabalık yalnızlık”ta değildi. Yani yalnızlık görülmez ki; “Bektaş yalnızdı” diyebilelim.


Bir örnek daha vermek gerekirse Split filminde başkarakter Kevin görünüşte tek başına yaşıyor ancak psikolojik bir rahatsızlık olarak 24 farklı kişiliğe sahip. Kevin tek başına; ancak yalnız diyebilir miyiz?


Yalnızlık kişinin kendi hissedebileceği özel bir şeydir. İnsanın içini görmesidir, kendisiyle yüzleşmesidir. Tek başına birinin içinde ne kadar kalabalık (yahut gerçekten yalnız da olabilir) olduğunu bilemeyiz; bu konuda yorum yapamayız.

Yalnızlık bir ruhtur. Bedenimiz, somut varlığımız kalabalık bir şehirde de olabilir, bir dağ başında da. Önemli olan ruhtur. Saniyeler içinde dünyanın öbür ucu ile iletişim kurmak güzel ama ruhumuzla aramızdaki dünyayı aşmalıyız. Bu dünyayı aşarsak belki de çözümü çoktan bulmuş yahut bu kavramı bir sorun olmaktan çıkarmış oluruz. Bu dünyayı aşmak da düşünmekle olur. Düşünmek, sıkılmak, kendimizle baş başa olmak; zihnimizi duymakla yani. Belki bir kuşun havada süzülmesinde, bir köpeğin bakışlarında, bir ağacın esen rüzgârla sallanan yapraklarında kendimizi yalnız hissetmez, ruhumuza hiç olmadığımız kadar yakın oluruz.



Son olarak yalnızlığın kötü bir his olduğunu düşünmüyorum. Bedenlerin ölümlü olduğu bir dünyada gerçek olan ruhtur. İnsanın kalabalıkla değil, ruhuyla uyum halinde olması en büyük başarıdır. Ruhuna uzak insan yanındaki kalabalıkta savrulup gitmez mi? Kalabalıkta ne kadar özgür olabilir? Hangi özelliği taklit değil de ruhuna ait olabilir?



Nisa ÖNSÖZ

 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
  • Instagram
bottom of page