Kalpte Yıkılan Medeniyet
- Ahmet Faruk İlhan

- 10 May
- 2 dakikada okunur

“Medeniyet önce kalpte yıkılır; gerisi sadece enkaz toplamak olur.”
Yıl, bilinmez bir yıl. Fakat saat, her daim geç. Akreple yelkovan bir türlü barışmıyor birbirleriyle; ya kalbim ileri atıyor zamandan, ya ruhum geri kalıyor çağdan. O an bir gürültü kopuyor içimde. Ta derinden, iliklerimden yükselen bir sızı: bir medeniyetin çöküşü mü bu, yoksa sadece bende mi kıyamet?
Bana öğretilenlerle içimde uyananlar birbirini hiç tutmadı. Tarih kitapları, harflerle yazılmış bir cinnetin anatomisiydi adeta. Oysa ben, unutturulmuş bir geçmişin sesini rüyalarımda işitiyordum. Orada, vaktiyle alnına secde izi düşmüş şehirler vardı. Minareler göğe uzanmıyor artık; sanki yere eğilmiş, geçmişin yükünü sırtlamış gibi. Kubbeler yerinde ama ihtişamı kayıp. Şehirler sanki kendi kalbini duyamıyor artık; içlerinde çağrılan bir hakikat yok, sadece uğultulu bir suskunluk dolaşıyor sokaklarında.
Bir kitabe okumuştum:
"Mağlubun diliyle düşünmeye başladığın gün, mağlup olduğun gün olur."
Ben o dili çoktan konuşuyordum. Artık “ben” dediğim şeyin içine Batı'dan ithal edilmiş özlemler, köksüz kavramlar sızmıştı. Düşüncemin çehresi, garbî kelimelerin makyajıyla bozulmuştu. Ve ben, aynaya her baktığımda biraz daha siliniyordum.
Bir gün “özgürlük” dediler, avuçlarıma soğuk bir demir tutuşturdular. “Aydınlık” dediler, gözlerimi kör eden bir ışıkla üzerime geldiler. “İlerlemek” için önce yere kapanmam gerektiğini anlamadılar. Oysa bizde ilerlemek; bir mezar taşını okuyabilmek, bir ilmi hikmetle nakşedebilmekti. Şimdi o taşlar bile sessiz artık; üzerlerindeki yazıları bile unuttuk. Harfleri kaybettik, dilleri değil yalnızca. Hafızamızı da gömdük toprağa, başına çiçek dikmeyi de unuttuk.
Garbın darbı yalnız topla, tüfekle gelmedi bu topraklara. Bir seccade gibi gönlümüzün ortasına serildi, ve biz fark etmeden üstünde yürüdük. Kitap diye bize roman uzattılar, kalem diye bize tükenmez verdiler. Hiçbir şey yazmayan ama sürekli akan kalemler...
Ve belki de bu yüzden yazamıyoruz artık. Kendi hikâyemizi değil, başkalarının dayattığı senaryoları yaşıyoruz.
Bir medeniyet böyle çöker işte:
Silahla değil, kelimeyle.
Tankla değil, tonla anlam kaymasıyla.
Ve ben bu çöküşün tam ortasında, hâlâ ayakta kalmış bir harabe gibiyim. Ne tam yıkılmışım, ne de sapasağlam bir yapı.
Yıkılmamak için değil, unutulmamak için direniyorum artık. Çünkü biliyorum: Bazen bir harabe, bir hatıradan daha gür ses verir. Sessizliğe gömülen taşlar, kendi dilince bir çığlık atar: Her yıkıntı bir isyandır zamana.
Ahmet Faruk İLHAN




Kaleminize sağlık